Sayfalar

Bu Blogda Ara

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Ayna ayna, söyle bana...

Bir süredir yazmadım. Yazamadım demek anlamsız, çünkü yok bir manim yazmamak için. Ama yazmamayı neden seçtiğimi de bilmiyorum. Zaten "neden" sorusuna takılmayı da bıraktım bir zamandır. İstememişimdir, yazmamışımdır, şimdi istedim, yazıyorum.

Bugünlerde işyeri çok tempolu, çok yoğun, çok koşturma var. Buranın her günü böyle olsaydı, doğalı bu olurdu, o zaman "bugün çok yoğun, çok koşturmalı" falan gibi cümleler kurmazdık. Bu durum madem "bugünlerde" böyle, belli ki plansız yürüyor işler ya da planlandığı gibi yürümüyor. Onun için birisinden "işler çok yoğun, bir türlü bitmiyor, yetişmiyor, zaman yetmiyor.." vs. gibi şeyler duyduğumda hemen kafamın içinde "işlerini planlayamıyor" diye bir etiket yanıyor.

Bugünlerde artan diğer şey, doğal olarak, herkesin herkesten ve herşeyden şikayetçi olması. "Benim bunca yaşadığım sıkıntı, olumsuzluk falan, filan, filelenk, herkes bir değişip düzelse, her şey düzelir, dünya düzelir, ama kahretsin işte, onlar çok şanslılar, güçlüler, falanlar, filanlar, bense çok şanssızım, ezilenim, bahtsızım, "kurban"ım..." minvalinde bir dövünme halinde herkes.

Bir ara bu tip ruh halleriyle gelenlere, çevrenizdeki herşey ve herkes sizin aynanızdır, aynadaki görüntünün düzelmesini istiyorsanız aynaya yansıyanda değişiklik yapın, derdim. Pek spirituel bulup dudak bükerlerdi. E, haklılar tabi. Düşünün: İş yerinizdesiniz, işler başınızdan aşmış, üzerinizde büyük baskı hissediyorsunuz, çevrenizdeki herkes ve herşey de işinizi ve hayatınızı daha da zorlaştırmak için anlaşmış gibiler. Herkes ve herşey sinirinize dokunuyor, düşmanınız gibiler... Yok, yok, gibi mibi değil, basbayağı düşmanınızlar! Biri size bir şey söylüyor, daha da sinirinizi bozuyor, öteki işini yapmıyor, sizin işinizi daha da bozuyor, bu yetmezmiş gibi patron da onu koruyor! Kendinizi bu kadar çaresiz hissetmek için bundan daha nefis bir mizansen olamaz, öyle düşünün.

E, insan bu haldeyken çevresine bakınıp kendisini kurtaracak bir kurtarıcı (ah ama nerdeeee... peh!), hadi bu olmadı bari derdini dinleyip kendisine hak verecek, onu anlayacak, dinleyecek, onun çok net gördüğü bu acımasız gerçekleri görecek bir kader arkadaşı, beraber ah ahlanıp vah vahlanacağı bir dert ortağı arar gözleri. Şanslı keratalar, öyle bi işyerinde çalışıyorlar ki, insan kaynakları müdürleri bir psikolog! Bundan daha uygun dert arkadaşı mı olur?!! Ve hatta şirketteki konumu gereği, belki de olayları ve kişileri kendi gözleriyle görebilecek ve yargılayabilecek, kurtarıcısı bile olabilecektir bu kişi!

Eh bravo! Son çare diye sarılmaya gittiğiniz bu kişiden, kurtarmasından geçtiniz, hadi hiç olmazsa ne kadar haklı olduğunuzu görmesini, başınızı okşayıp vah vah demesini, sırtınızı sıvazlayıp dertleşmenize ortak olmasını beklerken o kalkmış size "çevrenizde gördüğünüz herşey ve herkes sizin aynanız. Aynadaki görüntüden hoşlanmıyorsanız değiştirmeniz gereken aynanın yansıttığıdır, aynadaki görüntüyü başka türlü değiştiremezsiniz." türünde aptal saptal şeyler söylüyor... Sadece göz devirip dudak bükmenize şükretsin o, şöyle ağzının ortasına iki tane çaksanız tam rahatlarsınız aslında... Alın işte, zaten herkes ve her şey size karşıymış gibi hissettiğiniz bir anda, medet umduğunuz kişi de size karşı! Bu nasıl bir hayat yaaa!!!

Efendim, affınıza sığınarak birkaç hatırlatmada bulunmak isterim:

1- Ben psikologum, ama klinikçi veya terapist değilim. İnsan kaynakları alanında çalışan bir psikologum.

2- Hayatlarında deneyimledikleri sıkıntılar ile ilgili benimle konuşan insanlar çoğunlukla arkadaşlarım ve/veya tanıdıklarım. Çoğu zaman bana anlatırken onlara çözüm bulmamı beklemediklerini söylemekle birlikte benim onlara çözüm olabilmem için bir medet umduklarını bilirim. Zaten daha en başından çözüm beklemediklerini belirtmelerinin nedeni benim "hiç kimse, hiç kimsenin kurtarıcısı değildir, ilişkilerinizi medet umarak şekillendirmeniz problemlerinizi çözmek yerine derinleştirebilir" şeklindeki tavrımı bilmeleridir.

3- Hayat içinde deneyimlediğiniz problemlerinizle ilgili olarak bir psikologla (ister klinikçi, ister terapist, ister çevrenizden bir arkadaşınız olsun) konuşmaya karar verirken onun sizin dertleşme arkadaşınız veya yargıç/savcı/avukat/polis olmasını bekleyerek gitmeyin. Çünkü bir psikolog bunların hiç biri değildir, en azından bunlardan biri olmak üzere eğitilmemiştir. Bir psikologa hayat içinde karşılaştığınız dertlerden, problemlerden bahsedersiniz, o da size yaşadıklarınızı neden tam da deneyimlediğiniz şekilde yaşadığınızı anlayabilmeniz için yol gösterir, ışık tutar. Yani olan bir olayın, söylenen bir sözün, karşılaşılan bir tepkinin vs. sizde yarattığı duygusal etkinin kaynaklarının sizin zihninizde bir yerlerde yerleşmiş kayıtların etkisiyle oluşan algınız olduğunu anlamanıza yardım eder. Algı denilen şeyin çevrenizdeki dünyanın zihninizdeki yorumu, temsili olduğunu anlamanıza yardımcı olur. Algıladığınız dünyanın mutlak gerçeklik olmadığını, zihninizin yorumu olduğunu görmenizi, bu şekilde yorumlamanıza (algılamanıza) neden olan kayıtlarınızı bulmanıza, bu kayıtları değiştirmenize yardımcı olur.

Bir insanın algıladığı dünyanın (gördüğü, kokladığı, işittiği, dokunduğu, tattığı dünyanın) ham veri olmadığını, zihinde işlenen ve yorumlanarak oluşturulan bir bilgi olduğunu söyleyince pek spirituel bulmuyor kimse. Zihin gelen ham veriyi işlerken bir sürü kaydı toparlayıp işliyor, sonunda bir yorum oluşturuyor. İşte algıladığımız şey bu yorum, işte anladığımız şey bu. İşlenmemiş veriyi anlamayız. İşlenmemiş veriye duygusal tepki veremeyiz. İşlenmemiş veride yanlış olan bir şey yoktur çünkü, tam olduğu gibidir o.

Şimdi aynalar maynalar gibi spiritüel laflar biraz anlam kazanmaya başladı mı?

Şimdi hayat içinde yaşadığımız sıkıntıları çözmek için yapabileceğimiz tek şeyin, değiştirebileceğimiz tek şeyin kendi kayıtlarımız, zihnimizin veri işleyip yorum oluşturmak için kullandığı içeriği anlayıp dönüştürmemiz gerektiği konusunda konuşan bir psikologla karşılaştığınızda hala ona kızıyor musunuz? Eğer kızıyorsanız bu psikologun meselesi değil, onun suçu değil. Sizin zihninizdeki psikolog temsilinin suçu. Kusuruma bakmayın... Yaaa, bunca sıkıntınızın yükünü, suçunu üstünüze attım, değil mi? Hay allah, ne kadar acımasızım!

Şimdi daha da önemli bir şey söylemek istiyorum: Hani şu aynadaki görüntünün değişmesini istiyorsan aynaya yansıyanı değiştir, deyip durmalarım var ya, ben bunu sevmediğim, beğenmediğim, şikayet ettiğim dünya ile ilgili sıkıntılarımdan kurtulmak, uyumlu, etkin ve mutlu bir hayat yaşamak için tüm dünyayı ve dünyadaki herkesi değiştirmeye çalışmak yerine kendimi anlayıp kendimi dönüştürmem gerektiğini okuduğum okul kitaplarından öğrenip söylemiyorum, yaşayıp deneyimlediğim için böyle ahkam kesiyorum. Yani tecrübeyle sabit! Yani biliyorum da söylüyorum, öyle ezbere konuşma değil bu söylediklerim...

Ben de bedbaht olduğum, kurban hissettiğim, en doğru ve iyi kişinin ben olduğumu düşünüp herkeste ve herşeyde problem olduğunu düşündüğüm ve hepsinden nefret ettiğim dönemler yaşadım. Öyle kitaplardan okuduğum bilgiler de hiç önümü açmamıştı. Okuyup öğrendiğim şeyler hiç de dünyaya bakışımı değiştirmiyordu. Ama bir kere, hadi bunları biliyorsun da ne yapıyorsun bir baksana, diye kendimin farkına vardığım zaman çözüm yolunda yol almaya başladım. Ondan sonra, yani yolumu açmak için kendime izin verdikten sonra değişmesi, dönüşmesi gerekenin ben olduğunu görebilir hale geldim. Çevremde gördüğüm herşeyin benim zihnimin yorumu olduğunu, yani çevremdeki herşeyin benim zihnimi yansıttığını farketmek için kendime izin verdikten sonra. Bana gelip dertlerinden, sıkıntılarından, haksızlıklardan, adaletsizliklerden, düşmanlardan, pislikten, kötülükten bahseden arkadaşlarıma aynalardan bahsetmem bundandır.

Bugün bilim insanlarının çalışmalarıyla vardıkları noktada anlattıkları algı sistemi, zihinsel kayıtlar, zihnin bilgi işlem süreçleri gibi konuları onların ağzından dinlerken çenemiz düşüyor da hayran hayran dinliyorsak, ve fakat insanoğlunun varoluşunda zaten bu sistemlerin bu şekilde işlediğini bundan yüzlerce binlerce yıl önce ermişler, dervişler, bilgeler, Budha, Rumi, Şems-i Tebrizi farketmiş, bilmiş, anlamış ve aynalardan maynalardan bahsetmişse, ama bunu duyunca dudak büküyorsak "bilgi" ile ilgili algılarımızı şekillendiren kayıtlarımızı da bir gözden geçirelim derim ben... Aynı bir çift göz karşısında duran birbirinin eşi iki şeye bakıyor, biri değerli, diğeri değersiz iki farklı şey görüyor. Birbirinin eşi olan iki şeyi nasıl farklı görüyor? Her bir görüntü bakan gözlerin bağlı olduğu zihindeki kayıtlarla şekilleniyor. Gördüğü şey karşısında duran şeyler değil, onların zihnindeki yorumu, temsili. Yani anlayacağınız, ikisi de aynası, ikisinden de kendi görüntüsü yansıyor.

Uzun lafın kısası: Bu adaletsizliklerden, haksızlıklardan, düşmanlıklardan, kötülüklerden, pisliklerden, dertlerden, sıkıntılardan kurtulmak için aynayı değil aynaya yansıyan görüntünün kaynağını değiştirmek fikri hoşunuza gitmiyorsa siz yine bildiğiniz yöntemleri denemeye devam edin... Aynalara tükürüp küfür edip kırıp parçalayarak mutluluk ve huzura eren kimse görülmedi tarihte, ama kimbilir belki siz ilk olursunuz... :)))

20 Temmuz 2010 Salı

Elif Shafak: The politics of fiction